Portre Read Count : 152

Category : Stories

Sub Category : Romance
Agâh ince uçlu fırçasını paletindeki yeşil boyaya batırdı. Fırçası o kadar yıpranmıştı ki her bir kıl özgürlüğüne kavuşmak istermişçesine birbirinden ayrılmış ve bu durum Agâh’ın işini biraz zorlaştırmıştı. Yeni bir fırça alacak parası yoktu. Çalmayı düşünmüştü. Sadece düşünmüştü. Sanat uğruna ruhunu lekelemeyi göze alamamıştı bir türlü.

Boyanın bir kısmı ahşap paletin üzerindeki diğer boyalarla karışmış ve farklı bir tona dönüşmüştü. Yaptığı portreye dalıp gittiği için fırçasını sertçe boyaya batırdığını hissetmemişti. Derin bir nefes aldı ve elini paletten uzaklaştırıp yavaşça tuvale yaklaştırdı. Hissettiği agape onun ilham kaynağıydı.

Tek odalı bu eski evi aydınlatan lambanın loş ışığı altında ve camı olmayan pencereden içeri giren rüzgârın uğultusu eşliğinde tamamlayacaktı eserini. Tenine değen soğuk hava fırçayı ve paleti kavramakta olan ellerini buz gibi yapmıştı. Ama Agâh üşümüyor; bilakis içini yakan sevginin yapmakta olduğu portreyle horlanması, onun alev alev yanmasına sebep oluyordu.

Kahverengi Oxford ayakkabısının üzerinden bir fare hızla geçti. Agâh elindeki fırçayı uzaklaşan fareye fırlattı. Dişlerini sıkarak "küçük haşarat," diye söylendi. Fırçadaki yeşil boya yere bulaşmıştı. Fare ise kenarı küfle kaplanmış duvarın altındaki küçük deliğe girmişti.

Yaşlı Agâh titrek adımlarla tuvalden uzaklaştı. Eserine uzaktan bakmak istedi. Gördüğü şey sonsuz güzelliği yansıtıyordu. Gözleri bu sonsuz güzellik karşısında pırıl pırıl parlıyor, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

"Ayza," dedi nasırlı elini kalbine götürerek. "Senin adın Ayza." Artık devam etmesine gerek yoktu. Yaptığı portre son dokunuşuyla tamamlanmıştı. Boya kuruduğunda tuvali vernikleyecekti.

"Benim Ayza'm," diyordu. Gözünden dökülen bir iki damla yaşı eskimiş ve her tarafı yama kaplı beyaz önlüğüne sildi. Lacrimosa’yı mırıldanmaya başladı. Yaşlanmış olmasına rağmen sesi hâlâ ihtişamını kaybetmemişti. Rutubetli ve boğucu oda Agâh için bir anda görkemli opera salonuna dönüşmüştü.

Ayza'nın yemyeşil zümrüt gözleri kutsanmış gibi görünüyordu. İnce kaşları yay, uzun kirpikleri ise ok gibiydi. Orantılı dudakları öpülesiydi. Ay gibi beyaz teni ortamın karanlığını yatıştırıyordu. Sarı saçları dünyada eşi benzeri bulunmayan bir örümceğin ağları gibiydi; ince, parlak ve tamamıyla kusursuz.

"İşte bu," dedi Agâh portrenin önünde diz çökerken. "Sonsuz güzellik." Yere kapandı. Uzun ağarmış saçları boya lekeleri dolu parke zemine bir örtü gibi serildi. Elleri titriyor ve kalbi her nefes alışında sıkışıyordu. "Yıllarımı verdim!" diye bağırdı hararetle. "Senin için yıllarımı verdim Ayza."

Sonunda içindeki hırçın denizi aşmıştı. Dalgalara yenik düşmemiş ve ruhunu teslim etmeden önce her şey sona ermişti. Biliyordu, biliyordu işte; daima bilmişti sonun böyle olacağını. Eserine dokunmaya kıyamıyor, onu uzaktan okşuyordu. Ayza için yıllarını vermişti; peki ya Ayza onun için yıllarını verecek miydi? Sevgisini daima hissedecek miydi yüreğinde? Bilecek miydi kendisini yaratan bu adamın ne kadar çok acı çekip mahvolduğunu? Bilmeliydi, daima bilmeliydi. Ne de olsa Agâh ona kendisinden bir parça katmıştı.

Çürük tahta kapının çalınmasıyla düşüncelerinden sıyrılıp apar topar ayağa kalktı ve kapıya yöneldi.

"Kimsiniz?" diye sordu. Kulağını kapıya yasladı.
"Benim, Baki," diye yanıtladı dışarıdaki adam.

Agâh bu sesi anında tanımıştı. Kapının kolunu tutup çekti ve kapı gıcırdayarak açıldı. "Seni yeniden görmek çok güzel," dedi yüzündeki kocaman gülümsemeyle. Baki de karşılık olarak gülümsedi ve içeri girdi. Girer girmez karşısında duran portreye baktı. "B-bu..." dedi kekeleyerek. Yüzü tarif edilemez bir ifadeye bürünmüştü. O an kafasında dönen tek düşünce bir an önce bu kutsallığa sahip olmaktı. Düşünüyordu, düşünüyordu… Buraya ne için gelmişti? Yoksa kader miydi onu buraya sürükleyen? Kahretsin ki hatırlamıştı. Borcunu almaya gelmişti. Agâh hâlâ beş parasız görünüyordu. Eli boş mu dönecekti? Hayır… Hayır! İşte bu yeterli bir sebepti. Verdiği borçlara karşılık bu eseri alacaktı. Almak? Agâh asla vermeyecekti. O zaman zorla almalıydı, onu çalmalıydı. Tek sorun Agâh’ın varlığıydı.

Baki sanat uğruna ruhunu lekelemeyi tercih etmiş erdemsiz ve alçak bir sanatkârdı.

"Tam da bitirdiğim anda gelmen ne tesadüf," dedi Agâh. Mutluluğu gözlerine yansıyordu. "Ayza ile tanışmanı istiyorum," diyerek tuvalini takdim etti.

Baki'nin dudakları kıvrıldı ve suratında vahşi bir gülümseme belirdi. "Tesadüf değil, bitirdiğini biliyordum." Gerçekten biliyor muydu? Emin değildi. Elini ceketinin cebine götürdü. Alnında beliren küçük ter damlacıkları bir balerin edasıyla süzülüyordu. Silahını çıkardı ve Agâh'a doğrulttu. Sıkıca kavramaya çalıştığı silah terli ellerinden kayıp düşecek gibi görünüyordu.

"Sen ne yapıyorsun?" diye sordu Agâh. Apışıp kalmıştı. Kendisini tamamen gerçeklikten kopmuş, rüyalar arasında sürükleniyormuş gibi hissetmişti. Yaşam ve ölüm arasındaki çizgi silikleşmeye başlamıştı ve Agâh ne yapacağını bilemeyerek öylece bekliyordu. Hissettiği korku içini kasıp kavururken "dostunu vurmayacaksın, değil mi?" diye sordu. “Aras’a ne diyeceksin? Sonuçlarına nasıl katlanacaksın?”

Bu cümle üzerine Baki’nin gerginliği daha da artmıştı. “Çocukları kandırmak kolaydır,” dedi gergin olduğunu belli etmemeye çalışırken.

Agâh acı bir şekilde gülümsedi. “Cezanı çekeceksin.”

“Para,” dedi sırıtarak, “yaraya sürülen merhem gibidir.”

Agâh Baki’ye yaklaştı. Kendisine doğrultulan ölüme daha yakındı artık. “Cezanı yaşarken çekeceğini söylemedim,” dedi. Ses tonundan Baki’ye acıdığı aşikârdı.

“Sen ve senin şu dinin,” diye söylendi küçümseyerek. Kaşlarını çattı ve "uzun zamandır bu anı bekliyordum, borcunu ödeme vaktin geldi Agâh Efendi," dedi. Gerginliğini göz ardı etmeye çalışırken tetiği çekti. "Elveda eski dostum."

Silah sesi rutubetli odada yankılandı. Agâh'ın bedeni şövalesinin yanına yığıldı. Az önce fırça tutan buruşmuş elleri bir anda salıvermişti kendini. Ayza’ya sevgiyle bakan gözleri artık ölümün karanlığını yansıtıyordu. Yüzünden hayatın yorgunluğu okunuyordu. Ve bu yorgun ressam artık sonsuza dek dinlenecekti.

Şövalenin altı yavaş yavaş kan gölüne dönerken Baki portreye yaklaştı. Agâh'ın cansız bedeninin yanında durdu. "Üzgünüm ancak beni bunu yapmaya mecbur bıraktın," diye fısıldadı. "Ayza'yı yarattığın için teşekkürler." Daha da yaklaştı ve Agâh’ın gözünden süzülerek yerdeki kana karışan bir damla gözyaşı gördü. Eliyle alnını okşayıp kurşunun girdiği kısma dokundu.

Sahip olduğu tek arkadaşını kendi elleriyle öldürmüştü. Ancak öldürdüğü sadece Agâh değildi; tetiği çektiği an insanlığını da öldürmüştü. Griliğine fazla siyah eklemişti ve artık asla açılamayacak bir tonun içerisindeydi. Zaten beyaz onun için yok olalı yıllar geçmişti.

Agâh vurulduğu an portreye bir damla kan sıçramıştı.

Baki kafasını kaldırıp portreye sıçrayan kana baktı. "Sadece bir damla," diye düşündü fakat portrenin kusursuzluğunu bozmaya yetiyordu. "Kusurlu güzellik," dedi kendi kendine. Agâh’a baktı. “Seni ne yapacağım şimdi?” Cevap veren olmadı. Zaten olsaydı ikinci bir mermiyi kendi kafasına sıkardı.

Ayağa kalkıp portreyi kucakladı. Agâh’ı uğurladığı sonsuzluğun içerisinde öylece bırakarak evden çıktı. Evin önündeki faytona bindi ve kasabadan ayrıldı.

Malikânenin önüne geldiklerinde fayton sarsılarak durdu. Baki portreyi aldı ve faytondan indi. Malikânenin koca kapısı açılırken kravatını düzeltti. "Yeni evine hoş geldin Ayza," dedi içinden.

Tüm ışıklar kapalı ve malikâne olması gerektiği gibi sessizdi. Ancak bu sessizlik günahkâr ruhunu ürpertmişti.

Parmak uçlarında ilerleyerek ışığı açtı. Merdivenin başında dikilip kendisini izlemekte olan Aras’ı gördüğü an ne yapacağını bilemedi ve çıkardığı ceketiyle alelacele tuvalin üstünü örttü.

“Senin gittiğini fark edince korktum ve uyuyamadım,” dedi Aras en masum ses tonuyla. Minik elleriyle gözlerini ovuşturdu.

Baki aceleyle “geldim şimdi, git odana ve yat uyu,” dedi. Ancak o an saklamayı unuttuğu bir şey vardı.

“Elin,” dedi Aras. “Kimin kanı o?”

Baki bağırarak, “Ne kanı?! İyice saçmaladın,” dedi. “Boya bu. Agâh bir portre yapıyormuş ve benden yardım istedi. Ben de ona yardım ettim.”

Aras Baki’nin ellerine daha yakından bakabilmek için merdivenlerden aşağı indi. Baki’nin telaşla ellerini sakladığını fark edince, “o portreyi biliyorum,” dedi. “Ve o portrede kırmızı kullanılacak bir yer yoktu.” İşaret parmağını Baki’ye doğrulttu. “Yalan söylüyorsun. Hani yalan söylemek kötü bir şeydi?”

Sinirden iyice köpüren Baki, küçük çocuğun omzunu sıkıca kavradı. “Birine anlatacak olursan,” belindeki silahı göstererek “senin sonun da iyi olmaz ufaklık,” dedi.

Aras korkmuştu. Ancak korktuğu şey ölmek miydi yoksa Agâh’ın öldüğü ve bu yüzden Baki’nin katil olduğu gerçeği miydi bunu bilmiyordu.

“Sen Agâh’ı öldürdün-“

Baki kanlı eliyle Aras’ın ağzını kapattı ve eğilerek çocuğun gözlerinin içine baktı. “Bir kez daha bundan bahsedersen…” Cümlesini tamamlayamadı. Sinirden dişleri birbirine kenetlenmişti. Elini Aras’ın ağzından çekti ve derin bir nefes aldı. “Borcunu ödemesinin vakti gelmişti,” dedi mantıklı bir açıklama yapmaya çalışarak.

“Ama onu vurman gerekmezdi,” dedi Aras. Ağlıyordu. Çünkü ailesi yangında öldüğü zaman kendisini sahiplenen ilk kişi Agâh’tı.

“Yeter,” diye bağırdı Baki. “Git yat artık.”

Aras daha fazla konuşursa olayın kötü sonuçlanacağını hissetmişti. Bu yüzden acısını kendi içinde yaşamaya karar vererek odasına çekildi.

Baki eline bulaşan kanı tamamen unutmuştu. Ya portreye daha fazla kan bulaştırdıysa? Buna hiç dikkat etmemişti. Aceleyle ceketini kaldırdı ve portreye baktı. Sadece kenarları kanla kaplanan bu eser daha da mahvolmuştu. Onu yeniden yaratmalıydı. Bu yüzden portreyi, zamanını resim çizmekle geçirdiği özel odasına götürdü. Boya lekeleriyle kaplı şövalenin üzerine koydu. Yanındaki boş şövaleye ise temiz tuvallerden birisini koydu. Portre dikkatsizliği yüzünden kana bulanmıştı. "İçeri girer girmez tetiği çekmeliydim," diye düşündü. "Agâh portreye yaklaşmadan onu vurmalıydım." Agâh'ın yapmak için yıllarını harcadığı portreyi kendisi ne kadar sürede yapabilecekti? Tahmin etmesi zordu. İç çekti ve şövalenin yanında duran pikaba en sevdiği plağı koydu. Saatin çok geç olmasına rağmen Ayza’nın yeniden yaratılışı için uykusunu feda etmeye hazırdı. Şarkı eşliğinde, belki de en büyük günahını unutmaya çalışarak portrenin aynısını çizmeye başladı.

Bazı sevgiler sonsuza dek bizimle kalır, bazılarıysa bir gül misali solup gider. Agâh’ın ruhunun derinliklerine inecek olursak eğer, onun agapeyle bütünleştiğini görürüz. Hiçbir şey yoktan var olmazdı. Ayza vardı çünkü Agâh onu sevgisiyle yaşatmıştı. Dünyadaki zinciri koptuğu an doğmuştu Ayza. Agâh’ın ölümü Ayza’nın doğuşu demekti.

İşte böyle bir gecede dünyaya gelmişti Aden adında küçük bir kız. Hiçbir şeyin farkında olmayarak…

| 19 Yıl Sonra |

Aden, zengin bir ailenin tek çocuğuydu. Kasaba yakınlarında kocaman köşkleri, özel hizmetçileri vardı. Eğitim görmesi için eve özel öğretmenler çağırılıyor ve dersler dışında çeşitli kurslar alıyordu. Arp çalabiliyor, dans edebiliyor ve insanların ağızlarının açık kalmasını sağlayacak kadar güzel resimler çizebiliyordu.

Yıllar geçtikçe Aden daha da güzelleşiyordu. Zümrüt gibi gözleri görenleri büyülüyordu. Güneş sarısı uzun saçları bembeyaz tenini daha da parlak gösteriyordu. Taktığı koca taşlı değerli yüzükler uzun ve ince parmaklarında muazzam görünüyordu. Gül pembesi yanakları ve dudakları saf görünmesini sağlıyordu. Tüm bunlara rağmen Aden aynaya bakmaktan nefret ediyordu. Güzel olduğunun farkındaydı ancak bunu umursamıyordu. Umursadığı tek şey her geçen gün sağ gözünün kenarındaki büyüyen kırmızı noktaydı.

Başlangıçta bunun sinir bozucu bir sivilce olduğunu düşünmüştü. Yanıldığını günler, aylar hatta yıllar geçmesine rağmen o kırmızı noktanın kaybolmayıp tam aksine daha da belirginleşmeye başlamasıyla anlamıştı. Eve bir sürü doktor çağırmışlardı fakat hiçbirisi bunun ne olduğunu anlayamamıştı.

Aden zaman geçtikçe tüm hobilerinde ustalaşıyor ve derslerinde daha da başarılı oluyordu. Ailesi kasabaya inmesine pek fazla izin vermese de o, arada bir evden kaçarak kasabaya iniyor ve halkın arasına karışıyordu. Kasabadaki insanların yaşayış biçimleri hoşuna gidiyordu. "Herkes kendi işini kendi yapıyor, " diye düşünüyordu. "Özel hizmetçileri yok. Eğitim görmek için okula gidiyorlar." İç çekti. Okula gidebilmenin nasıl bir his olduğunu hep merak etmişti.

Kasabaya indiği günlerde ilgisini çeken tüm dükkânları dolaşıyordu. Özellikle kasabanın girişindeki plak dükkânına bayılıyordu. Buraya her gelişinde uğradığı bir yerdi ve bu yüzden plak dükkânındaki satıcıyla arkadaş bile olmuştu.

Yine kasabaya indiği bir gün her zamanki gibi plak dükkânına uğradı. Onca eserin arasında bulunmak içini rahatlatıyor ve ruhunu dinlendiriyordu. Bu sefer yanına fazladan para almıştı; bu da demek oluyordu ki bir değil iki plak alabilirdi. Biraz bakındıktan sonra iki plak aldı ve dükkândan çıkarken bir beyefendiyle çarpışmak üzereyken son anda durdu.

“Pardon,” dedi ve adamın kenara çekilmesiyle dükkândan çıktı.

“Ma chérie,” dedi adam. Hiç şüphesiz ki Aden’in çarpışmak üzere olduğu bu adam Aras’tı.

Aden kasabada gezinirken önü kalabalık olan büyük bir binanın yanında durdu. Ne olduğuna bakmak için kalabalığa yaklaşırken siyah paltolu bir adamla çarpıştı. Adam şapkasını çıkarıp eğildi ve özür diledi. Göz göze geldiklerinde hayretler içerisinde "Ayza," dedi. "Gerçekmiş. Sen Ayza'sın!" Öpmek için Aden'in eline uzandı.

Aden, adamın bu tuhaf davranışı karşısında ne yapacağını bilemeyip hızla uzaklaştı ve kalabalığın arasına karıştı.

İte kaka ilerleyerek binadan içeriye adımını attı. Yan yana asılmış koca tablolar duvarların kirliliğini gizliyordu. "Kasabada resim sergisi olduğunu bilseydim ilk buraya gelirdim," diye geçirdi içinden. Adım atmakta zorlanıyordu. Binanın içerisi dışarıdan daha kalabalıktı ve herkesin baktığı tek bir tablo vardı.

Aden herkesin baktığı tabloyu görebilmek için araya girdi. "Burası her gün böyle kalabalık mı oluyor?" diye sordu yanında duran bir kadına.

Kadın tabloya bakmaya çalışıyor, parmak ucuna kalkıp etrafındakileri ittiriyordu. Kafasını çevirmeden "evet," dedi. " Herkes yıllar önce Agâh adındaki bir adamın yaptığı portreyi görmek için geliyor.”

Aden etrafına bakındı ve “kasabadaki herkesin bu kadar sanatsever olduğunu bilmiyordum,” dedi.

Kadın gülerek “hiç sorma,” dedi. “Görenler bir daha görmeye geldiği için burası gün geçtikçe daha da kalabalıklaşıyor.”

“Fakat niçin herkes sabahın köründe geliyor?” Aden birden seslerin daha da yükseldiğini duydu. Birkaç kişi tartışmaya başlamıştı.

“Sanırım bu kasabada yaşamıyorsun,” dedi kadın. Hâlâ tüm gücüyle portreyi görmeye çalışıyor ve bir kez olsun Aden’in yüzüne bakmıyordu. “Sergi sahibinin kasaba dışında da işleri olduğu için sergi öğlene kadar açık oluyor. Bu yüzden insanlar erkenden buraya doluşuyor."

Kadın kaşlarını çatıp ayaklar altında ezilen eteğinin ucunu çekiştiriyordu. Durumdan rahatsız olmasına rağmen geri çekilmiyor, bilakis portreyi görmek için daha ileri gitmeye çalışıyordu.

"Onu bu kadar değerli kılan şey nedir? Ünlü bir ressam tarafından yapılmış olması ya da buna benzer bir şey mi?" diye sordu. Kendisi de parmak ucuna kalkıyor ve içindeki merak büyürken herkesi büyüleyen o portreyi görmek için çabalıyordu.

"Portrenin sonsuz güzelliği yansıttığı söyleniyor. Üstelik kasabadaki insanlar bu portredeki kıza benzeyen birinin sürekli kasabada dolaştığını söylüyor," dedi kadın. Önündeki kişiyi ezmek üzereydi.

Aden şaşırdı. "Belki de ressam bu kıza bakarak portresini yapmıştır," dedi.

Kadın kafasını salladı. "Asıl garip olan şu ki ressam portreyi tam sekiz yılda bitirmiş ve bitirdiği akşam öldürülmüş. Katil bulunamamış; zaten bu polislerin işini doğru düzgün yaptığı yok. Portreyi ise yakın bir tanıdığı olan Baki adındaki bir adam almış. Bir iki yıl sonra Baki kalp krizinden ölmüş ve onunla aynı malikânede yaşayan Aras diye birisi portreyi alıp bu sergiye getirmiş. Eğer ressam o kıza bakarak portresini yaptıysa kızın yaşlanmış olması gerekmez miydi? Ancak kasabalılar gördükleri kızın genç olduğunu söylüyor. Üstelik bazı söylentilere göre Agâh bu portreyi yapmaya başladığında Aras arada bir ona eşlik etmeye geliyormuş ve böyle bir kızın olmadığını söylemiş. Bu durumda ressam doğmamış birini çizmiş olabilir. "

Arkadaki bir kadın Aden'i ittirdi. Herkes portreye bakmak için birbirini eziyordu.

"Belki de tesadüftür," dedi kısık sesle fakat içerideki gürültüye rağmen yanındaki kadın bunu duymuştu.

"Hayır. Görülen kızın her bir noktası portredekiyle aynıymış," dedi. Birden gözleri fal taşı gibi açıldı ve "görüyorum, portreyi görüyorum!" diye bağırdı. Daha da ilerleyip portreye yakından bakmak istiyordu.

Öndeki uzun boylu bir adam Aden'in yanındaki kadına çarptı ve kadın yere düştü. Adam kadından özür dilerken kalkmasına yardım ediyordu. Aden aradaki boşluğu fırsat bilip portreye yaklaşmaya çalıştı.

Yan taraftan yükselen bir çığlıkla tüm uğultular kesildi. "Ayza! " diye bağırdı birisi. "Burada, o burada."

Yere düşen kadın Aden'e baktı. "Sen," dedi titreyen sesiyle. "Sen Ayza'sın."

Herkes kendi arasında fısıldaşırken Aden onların yüzüne baktı. Kalabalık biraz dağılınca portreye yaklaştı. Hissettiği şaşkınlık, endişe ve merak ruhunu ele geçirirken dünya onun için buğulanmış gibiydi.

"Ben mi?" diye sordu portreye elini uzatırken fakat dokunmadan elini geri çekti.

"Ben Ayza değilim," dedi. Sesi çok tiz çıkmış ve Aden bu sesin kendisine mi yoksa bir başkasına mı ait olduğunu anlayamamıştı. "Benim adım Aden. Bu kasabada yaşamıyorum. Üstelik portre kusursuz ancak benim gözümün yanında sivilceye benzer kırmızı bir nokta var." Sağ gözünün kenarındaki kırmızı noktayı parmağıyla gösterdi.

Kıvırcık saçlı bir kadın Aden'in üstüne atıldı. "Benimle yaşa, kızım ol Ayza. Sen Ayza'sın," dedi kadın. Aden onun ağladığını gördü. Etraftan birkaç kadın daha Aden'in üzerine atıldı. Kalabalığın arasından çıkan siyah fötr şapkalı bir adam, kadınları Aden'den uzaklaştırdı. "Benimle gelin Matmazel," dedi.
Aden daha itiraz etmeye fırsat bulamadan adam elini tutup onu sergiden çıkardı. Serginin önünde duran faytona binip uzaklaştılar.

"Size zarar vermeyeceğim," dedi adam. Sesi güven vericiydi. Şapkasını çıkardı ve birbirine giren kahverengi saçlarını eliyle düzeltti. Mavi gözleri Aden'e dönüktü.

"Nereye gidiyoruz?” dedi Aden ve duraksadı. “Ah, hayır hayır, öncelikle siz kimsiniz?" diye sordu. Elbisesinin kollarını düzeltti. Aklına gelen ilk sorular bunlardı ve hiç düşünmeden sormuştu.

Adam derin bir nefes aldı. Kumaş pantolonunun paçasındaki tozu silkeledi ve ceketini çıkarıp yanına koydu.

"Sizi portrenin orijinaline götürüyorum. Sergideki sahteydi. Ben Aras. Aras Erden. Portreyi sergiye veren kişiyim."

Fayton toprak yolda sarsıldı.

"Nasıl yani?" dedi şaşırarak. Sırtını dikleştirdi ve kafasını kaldırıp ciddi bir tavırla "neden şu anda sizinle gelmeliyim?" diye sordu. Bu soru karşısında Aras anında gülümsemeyi bırakıp ciddileşti.

"Her şeyi anlatacağım ancak burada değil. Kasaba dışındaki malikâneme gidiyoruz. Sizi orada ağırlamaktan mutluluk duyarım."

Aden suskundu. Kafası karışmıştı. Tüm sorularına hemen cevap almak istiyordu fakat malikâneye varana kadar beklemesi gerekli gibiydi.

"Ailem yokluğumu fark ettiği an beni arayacaktır. Başımın belaya girmesini istemiyorum," dedi.

"Merak etmeyiniz, bu konuyla bizzat ilgileneceğim," dedi Aras. Sesindeki ciddiyet ikna ediciydi.

Aden karşı çıkmadı. En kısa zamanda eve dönebilmeyi umuyordu.

Ortama hakim olan uzun süreli sessizlik Aras'ın canını sıkıyordu. Bu sessizliği bozmak için "tıpkı bir kar tanesi gibisiniz Matmazel," dedi. "Güzel, eşsiz ancak bir o kadar da soğuk."

Aden ifadesiz bir yüzle Aras'ı süzdü. "Bakın beyefendi sizi tanımıyorum ve bana hiçbir detaylı açıklama yapmadan gelip kolumdan tutuyor, faytona bindiriyorsunuz-“

Aras Aden’in sözünü kesti. “Eğer gerçekten gelmek istemeseydiniz, inanın bana gelmezdiniz.”

Aden kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti. “Saygısızlık etmemek için zorla bindirip beni kaçırıyorsunuz demiyorum-“

“Ya kaçırıyorsam?” dedi Aras. Meydan okurcasına Aden’e baktı. Kısa süreli bir bakışmanın ardından ortamın gerildiğini hissedip “Şaka yapıyorum Matmazel. Merak etmeyiniz, sizi kaçırmıyorum. İsterseniz sizi evinize götürebilirim,” dedi.

Aden şaşırmıştı. Böyle bir şey söylemesini beklemiyordu. “Hayır… Yani… Şey…” diye mırıldandı.

Aras zafer kazanmışçasına gülümsedi. “Görüyorum ki sizi zorladığım ifadesi tamamen yanlış.”

“Yine de şu ‘kar tanesi’ benzetmeniz hoşuma gitmedi. İçinde bulunduğum bu durumda gözlerimde sevgi dolu bakışlarla bakıp samimi cümlelerle sizinle sohbet etmemi beklemiyorsunuzdur umarım.” Aden cümleyi tek solukta söylemişti.

Bu duydukları karşısında afallayan Aras küçük bir kahkaha attı." Hayır Matmazel, elbette böyle bir şey beklemiyorum. Yolu yarıladık sayılır ancak siz yola çıktığımızdan beri somurtup duruyorsunuz. Gülümsemenizi görmek umuduyla sizinle konuşmaya çalışıyordum ve siz beni tamamen yanlış anladınız."

Aden cevap vermedi. Sadece karşısında duran anlaşılması zor adama yüzündeki yapmacık gülümsemeyle bakmakla yetindi.

Yol boyunca Aden yanlarından geçip gittikleri eski evleri izledi fakat Aras'ın kendisine baktığının farkındaydı. O da diğerleri gibi Ayza olduğunu mu düşünüyordu? Eğer öyle düşünüyorsa bile diğerleri gibi kafayı sıyırmış olmamasını diledi.

Sarsıntılı uzun bir yolculuğun ardından fayton yavaşlayıp durdu. Aras faytondan indi ve Aden'in inmesine yardımcı olmak için elini uzattı. Aden Aras'ın siyah deri eldivenli elini tuttu ve faytondan indi.

Malikâneye adımını atar atmaz büyülenmişti. Malikânenin tablolarla dolu duvarlarına, parlak zeminine ve tavandaki kocaman avizeye baktı. Yıllarca ailesinin zengin olduğunu düşünmüştü fakat bu malikâne, eşyalar, Aras'ın sahip olduğu her şey kendisini fakir hissetmesine sebep olmuştu.

"Etkileyici," dedi gülümseyerek. Bej rengi topuklu ayakkabılarının çıkardığı ses koca malikânede yankılanıyordu.

"Beğenmenize sevindim Matmazel," dedi Aras kibarca. "Benimle gelin."

Altın işlemelerle dolu merdivenlerden çıktılar. Aras onu kendi özel odasına, portrenin orijinalinin olduğu odaya, götürdü.

Odanın kapısı yavaşça aralandı. Fazla eşya yoktu; birkaç şövale, duvara yaslanmış tuvaller, vernik şişeleri, masanın üzerinde duran bir pikap ve odanın köşesine yığılmış küçük boya tüpleri.

Aras üzeri örtüyle örtülmüş şövalenin yanına yaklaştı. Ellerini çırptı ve Aden kafasını Aras'a çevirdi. "Matmazel," dedi fransız aksanıyla. "İşte portrenin orijinali." Örtüyü kaldırdı.

Aden'in gözleri direkt olarak Ayza'nın sağ gözünün kenarındaki kırmızı noktaya ilişti. Eli istemsizce kendi yüzündeki kırmızı noktaya gitti. "Bana oyun mu oynuyorsunuz?" dedi hışımla. "Bu imkânsız," diye düşünüyordu. "Olanaksız."

"Neden böyle düşünüyorsunuz? Asla sizinle oyun oynayacak tiplerden değilimdir." Bir iki adım öne çıkarak Aden'e yaklaştı. "Bu sensin," dedi.

Aden reddedercesine kafasını salladı. "Mantıklı bir açıklaması olmalı," dedi ve Aras'ın gözlerinin içine baktı. Mavi gözleri masumluğunu kaybetmişti. Artık vahşi bir kaplanın gözlerini andırıyordu.

"Buna bende inanmakta güçlük çekmiştim," dedi ve eliyle saçlarını düzeltti.
"Agâh'ın yaptığı portredeki kadın tamamen onun tasarımıydı. Asla gerçek olduğunu düşünmemiştim."

"Gerçek değildi zaten!" diye bağırdı Aden. O an bağırdığı için kendisinden utandı. Eliyle ağzını kapattı ve "özür dilerim," diye mırıldandı.

"Bunun farkındayım. Agâh'ın tek amacı sonsuz güzelliği ve bu güzelliğe karşı hissettiği agapeyi yansıtacak bir portre yapmaktı ve yaptı da. Baki'nin dikkatsizliği yüzünden portre mahvoldu."

Aden ağır adımlarla portreye yaklaştı ve elini uzattı. Dokunacağı an Aras Aden’in elini tuttu ve onu portreden uzaklaştırdı.

“Henüz değil Aden…”

“Bana ilk defa ismimle seslendiniz,” dedi gülümseyerek. O an Aras’a fazla yakın olduğunu fark etti. Rahatsız olmuştu ve bu geri çekilmesi için yeterli bir sebepti.

 Tekrar portredeki kırmızı noktaya baktı. "Bu nokta..."

"Anlatacağım," dedi Aras. "Siz ne kadarını biliyorsunuz?" diye sordu.

“Bir düşüneyim,” dedi. Elindeki plakları bir kenara bıraktı ve odayı incelerken sergideki kadından öğrendiklerini hatırlamaya çalıştı.
“Agâh adında bir adam bu portreyi yapıyor ve yaptığı gece öldürülüyor.”

Aras kendisini tutamamış ve hafif sesli bir şekilde gülmüştü.

“Neye gülüyorsunuz?” diye sordu Aden.

"İnsanların gerçeği bilmemesi oldukça komik ve acınası," diye karşılık verdi Aras.

Aden nedense onun bu tepkisine sinirlenmişti. “Peki, o zaman aydınlatın bizi Bay Çokbilmiş.”
“Bana şuan bir başkası böyle seslenmiş olsa ruhunu teslim etmiş olurdu ancak… Sizin ağzınızdan bunu duymak hoşuma gitti Matmazel.” Aras ceketini çıkarttı ve boş şövalelerden birine astı. Elini tabanca gibi tutup Aden’e doğrulttu. "Bamm, onu vurdu," dedi sesindeki acımasızlığı bastırmaya çalışarak.

Aden’in içi ürperdi. Gözleri korkuyla açıldı. “Kim?” diye sordu merakla. “Kim kimi vurdu?”

“Baki,” dedi Aras. “Agâh’ı vuran kişi Baki’ydi. Onu vurduğu an portreye sadece bir damla kan sıçradı. Tam olarak Ayza'nın sağ gözünün yanına."

Aden kendi yüzüne dokunup kırmızı noktayı okşadı.

Aras kenardaki sandalyeyi portrenin karşısına çekti ve Aden’e oturmasını söyledi. Ne de olsa anlatacakları oldukça uzundu.

"Bir gece onu elleri kanlar içinde gördüğüm zaman neler olduğunu sormuştum. Olayı anlatmamak için basit yalanlarla geçiştirmeye çalışmıştı. Küçük olabilirdim ama akılsız değildim. Tüm yaptıklarını anlatmak zorunda kalmıştı. Beni tehdit etmişti; birisine tek bir kelime dahi edecek olursam beni de öldüreceğini söylemişti. İlk başta Agâh borcunu ödemediği için onu vurduğunu düşünmüştüm, zaten onun anlattığına göre böyleydi. Zeki bir çocuk içinse olay daha da farklıydı. Agâh'ı portreye sahip olabilmek için vurduğunu biliyordum. Bazı günler bu odaya gelip portreyle konuşuyor, aynısını yapabilmek için çabalıyordu. Kulağımı kapıya yaslayıp kendi kendine olan saçma konuşmalarını dinleyip duruyordum. Benim portreyi görmeme asla izin vermiyordu. Kapıyı daima kilitli tutuyor ve anahtarı yanından ayırmıyordu.

Gün geçtikçe garip davranmaya başlamıştı. Delirmeye başladığını düşünmüştüm. Tüm zamanını bu odada geçiriyordu. Üstelik boğazına düşkün bu adamın birkaç ay sonra iştahı tamamen kesilmişti. Koca göbeği erimiş, bir deri bir kemik kalmıştı. Bir gün odadan hiç çıkmadığı zaman şüphelenmiş ancak bir şey yapmamıştım. Daha sonrasında içeriden gelen iğrenç koku üzerine kâhyadan kapıyı yedek anahtarla açmasını istemiştim. Kapı açıldığı zaman gördüklerim karşısında kısa süreli bir şok geçirmiş ve kusmamak için kendimi zor tutmuştum. Baki boya fırçalarından birisini kulağına saplamış, kana bulanmış mermer zeminin üzerine çuval gibi yığılmış yatıyordu. Görüntü aklıma kazınmıştı. Sonraki yıllarda gözümü her kapattığımda o görüntüyle karşılaşıyordum. Baki'nin neden böyle bir şey yapmış olabileceği sorusu zihnimi bulandırıyordu.”

Aden Aras’ın ayakta durmakta zorlandığını fark etti. Düşüp bayılacak gibi görünüyordu.
“İyi değilsin,” dedi telaşla. Oturduğu sandalyeyi Aras’a verdi. “Su getirmemi ister misin?”

Aras hayır anlamında kafasını salladı ve gözlerini kırpıştırarak kendisine gelmeye çalıştı.

“Özür dilerim. Gözümü ne zaman kapatsam… Anlarsın ya, o görüntü gözümün önünde canlanıyor.”

Artık aralarındaki resmi cümlelere nokta koyulmuş, yerini senli benli cümleler almıştı.

“Yaşadığın olay gerçekten oldukça zor. Nasıl hissettiğini tahmin bile edemiyorum,” dedi Aden. Aras’a sarıldı. Birkaç dakika öncesinde sinirini bozan bu adama karşı hissettiği tek duygu acımaydı. Gözlerine baktığında onun hâlâ bu travmayı atlatamamış küçük bir çocuk olduğunu görebiliyordu.

“Ama şimdi burada benimle güvendesin.”
Bu cümle üzerine Aras, kendisini sarmalayan bu sıcak sarılışa karşılık verdi.

“Gerçekten öyle miyim?” Aslında bunu sormasına gerek yoktu çünkü hissediyordu. Yıllar sonra ilk defa o korkunç görüntüden uzaklaşıp tamamen rahatlamıştı.

“Evet, öylesin…”

Aras Aden’i kendisinden uzaklaştırdı. “Anlatacaklarımı tamamladığımda yine de benimle olmak isteyecek misin?” Ah eros! Onu deli etmişti.

Aden gözlerini kaçırdı.

“Bende öyle düşünmüştüm,” dedi Aras. Bir an önce her şeyin sonlanmasını istiyordu. Bu yüzden anlatmaya devam etti.

“Portreyi gördüğüm an bedenime yayılan anlamlandıramadığım duygu dalgası beni esir almıştı. Portreye karşı duyduğum bu çekime karşı koyamıyordum. İstiyordum, gerçek olmasını tüm benliğimle istiyordum. Bu muazzam güzellik karşısında nutkum tutulmuştu. Ona dokunmak,” yavaşça Aden’e yaklaştı ve saçlarını okşadı. “Sabahlara kadar onu seyretmek istiyordum. İçimi yakıp kavuran bu sevginin eros olduğu yadsınamaz bir gerçekti.” Eli Aden’in saçlarından omuzlarına doğru indi. Parmakları adeta bir kelebeğin kanadını okşarmışçasına nazikçe omuzlarında gezindi. Eğilerek kulağına yaklaştı ve “İnsan doğası gereği bencildir,” dedi.

Aden, kendisine söylenenleri öylece dinliyordu. Ne bir tepki veriyor, ne de tek bir kelime ediyordu. 

“Baki'nin portreyi tamamlayamadan intihar etmesi üzerine onu ben tamamlamaya karar vermiştim. Agâh ve Baki'nin yardımıyla geliştirdiğim yeteneğimi kullanma vaktim gelmişti. İlk başlarda zorlanmıştım fakat daha sonrasında elim alıştıkça ve portreye olan sevgim arttıkça rahat çalışır olmuştum. Fırçayı tuvale değdirirken tereddüt etmiyor, renk karışımlarını kusursuz bir şekilde yapabiliyordum. Bencil vücudum eros tarafından tamamen ele geçirilmişti. Sevginin gücünden mi yoksa yeteneğimden mi kaynaklı bilmiyorum ancak portreyi birkaç yıl içinde bitirmiş ve bitirir bitirmez kasabadaki sergiye vermiştim. "

Aden Aras'ın tüm anlattıklarını dehşet içerisinde dinledi. Her duyduğu cümlede kalbi gümlüyordu.

“Bana zarar vermeyeceksin? Değil mi?” diyebildi en sonunda.

"Portrenin orijinalinin bende kalması daha iyi olur diye düşündüm."

“Aras?” dedi titrek bir sesle. Sorusuna cevap alamamıştı.

Aras ayakkabısının topuğunu sertçe yere vurup ritim tuttu. Ses odada yankılandı. Kravatını gevşetti ve eldivenlerini çıkarıp yere fırlattı. Ortamdaki gerginliği azaltmak için parmaklarını şıklatıp şarkı mırıldanmaya başladı.

Aden huzursuz olduğunu belli etmek adına geriye doğru birkaç adım atıp Aras'tan uzaklaştı. Hızlı adımlarla kapıya koştu. Açmaya çalıştığında kapının kilitli olduğunu gördü.

“Bırak gideyim,” dedi. Gözleri dolmuştu.

Aras ağır adımlarla masanın üzerindeki pikaba yaklaştı. Aden’in dükkândan aldığı plağı pikaba koydu. İğneyi indirdiği an şarkı çalmaya başladı.

Aras Aden’e yaklaştı ve ani bir hareketle onu kendisine çekti. Adımlarıyla Aden'i yönlendirdi. Aden tanımadığı bir adamla dans ettiğine mi yoksa buna karşı çıkmayıp ona eşlik ettiğine mi şaşıracağını bilemedi. Daha tüm bu duyduklarını bile doğru düzgün değerlendirememişti. Korkuyordu, kaçmak istiyordu. Kaçamazsın, diyordu içinden bir ses. Kaçmaya kalkarsan bu adamın neler yapabileceğini düşün. Her şeyi öğrendin, asla kaçmana izin vermeyecek.

"Neden dans ediyoruz?" diye sordu korkusunu gizlemeye çalışarak. Gözü sürekli kapıdaydı. Adımlarını hızlandırırken uzun sarı saçları savruldu.

"Yıllardır bu portredeki kıza beslediğim sevgiyi, yani erosu hissedebilmen için. Agape Agâh'ın hissettiğiydi. Benim hissettiğim eros," dedi ve Aden'i döndürdü.

Saçlarıyla birlikte elbisesi de savrulan Aden "Erosu biliyorum ancak agape... Agape nedir?" diye sordu. O an garip bir şekilde korkusu yavaş yavaş azalmıştı. Kendisini Aras'ın sevgisine ve müziğin ritmine kaptırmıştı.

Aras Aden'i tekrar döndürdü. "İnsanı yiyip bitiren aşktır. Koşulsuzdur," dedi. Cümlesini bitirdikten sonra yüzünü buruşturdu. " Agape insanı mahveder. Birisine karşı bir sevgi duymak ve karşılık beklememek... Ne kadar acınası." Sesindeki küçümseyicilik apaçık bir şekilde duyuluyordu. 

Dans ederlerken adımları uyumluydu ve bedenleri ahenk içerisinde hareket ediyordu. Müziğin ritmi ikisini de ele geçirdiğinde ruhları birleşip tek bir vücuda aitmiş gibi davranmaya başlamıştı. Aras erosu hissediyordu. Peki ya Aden?

"Eros," dedi ve Aden'i havaya kaldırıp yavaşça indirdi. "Eros çok daha farklı. agapeyle oldukça tezattır. Yaşamam için ihtiyacım olan tek sevgi erostur ve sen Aden," derin bir nefes aldı ve Aden'in belini daha sıkı kavradı. "Erosu hissetmeme sebep olan ilk insansın."

Müzik sona erdiğinde Aras Aden'i kibarca serbest bıraktı.

"Şimdi söyle bana Aden, sen hangimizin sevgisini hissediyorsun?" Portreye elini uzattı. "Gel ve dokun, " dedi sakin bir şekilde. "Agâh'ın portresine bahşettiği sevgiyi hisset."

Aden kendinden emin adımlarla portreye yaklaştı. Dokundu ve bu dokunuşla vücudu kaskatı kesildi. Doğru düzgün cümle kuramadı. Diyebildiği tek şey "hissediyorum," oldu.

Portre Aden'in dokunuşuyla parladı. Çıkan ışık huzmeleri odanın her bir köşesini aydınlattı.
Dengesini kaybedip yere düşeceği sırada Aras onu tuttu. Suratına alaycı bir gülümseme yayılmıştı.

"Aden," diye fısıldadı. Aden baygındı. Ya da her şey çoktan gerçekleşmişti.

Aras, Aden'in bedenini yavaşça soğuk zemine bıraktı. Portreye yaklaştı. Ayza'nın gözlerinin içine baktı. Yemyeşil gözlerinden akan birkaç damla gözyaşı yanaklarından aşağı süzüldü. Kafasını hemen Aden'in yerdeki suratına çevirdi. Aden'in açık kalmış gözleri parlıyordu ve arka arkaya akan gözyaşları şakaklarına doğru kayıyordu. Eliyle önce portredeki Ayza'nın yüzünü, sonra da yerde yatan Aden'in yüzünü okşadı. İkisi aynı kişiydi. Aden sonsuz güzelliğin vücut bulmuş haliydi. Bu yüzden Aras'ın ona karşı duyduğu sevgi erostu. Artık onu tamamen kendisinin yapmıştı.

"Ah benim güzel Aden'im," dedi tok bir sesle. "Ben ölene kadar artık benimsin."

Aden'in hareketsiz bedenine yaklaştı. Kalbi atmıyordu fakat bakışları hâlâ canlıydı.

"Ruhunu portreye hapsetmiş olmam biraz acımasızca. Üstelik portreyi tamamlarken bir yandan da zamanımı bunu nasıl yapacağımı araştırmaya harcadım. Aslında en başından beri biliyor olmalıydım. Sen, Agâh'ın sana bahşettiği sevgiyle var olmuşsun. Aden, değerli Ayza'm, buna mecburdum. Bunu yapmalıydım. Seni istiyordum. Sana sonsuza dek sahip olmak istiyordum. "

Aden'in gözünden yaşlar akmaya devam ediyordu.

Aras yerdeki eldivenlerini aldı ve eline geçirdi. Kapıya doğru yöneldi. "Majordome," diye bağırdı. Merdivenlerin başında bekleyen kâhya hızlı adımlarla Aras'ın yanına geldi.

"Yan odadaki mercan rengi koltuğu buraya taşımanı istiyorum," dedi ve kâhyasının elinde tuttuğu ceketini aldı.

"Şuraya," dedi Aras şövalesinin karşısını gösterirken. "Şövalemin tam karşısına yerleştir."
Koltuk tam olarak istediği yere yerleştirildikten sonra Aden'i yerden kaldırdı ve koltuğa taşıdı. Aden boş gözlerle ona bakıyordu. Portreden gelen hıçkırık sesleri Aras'ı ürpertiyordu.

"Ağlama artık Ayza, " diyordu ancak sesler gittikçe artıyor, Ayza'nın iç çekerek ağladığı duyuluyordu.

Portreyi alıp koltuğun arkasındaki duvara astı. Daha sonrasında onu güzelce çerçeveletecekti.
Kapının eşiğinde durdu ve "artık her zaman birlikte olacağız Ayza," dedi. "Agapeyi ve erosu hissedebiliyor musun?" Kendi kendine güldü. Gümüş işlemelerle dolu kapıyı sertçe kapattı ve Ayza'yı, yani Aden'i, yalnız bıraktı.

Yıllar geçip giderken Aras her gün Aden'in yanına geliyor ve tüm tuvallerini onun güzelliğiyle dolduruyordu. Daha sonra bunları sergiye gönderiyor ya da açık artırmalarda satıyordu. Ayza sadece kasabadaki insanların değil, neredeyse tüm dünyanın bildiği birisi haline gelmişti.

Aden ilk başlarda hayatını mahveden ve ailesi kendisini aramaya başladığında onları katleden bu adamdan nefret etse de garip bir şekilde onun sevgisine alışmış ve kendisi de ona karşı sevgi duymaya başlamıştı. Belki yoklukta kalan ruhu sevgiye aç olduğu içindi ya da belki de kendisine sürekli yakın olan bu adama gerçekten âşık olmuştu.

Aras yıllarını Aden'i çizmekle harcamıştı. Ömrünün son senelerinde "Agape ve Eros" adında bir tablo yapmıştı. “O ilk günümüzü ölümsüzleştirmek istiyorum Aden,” demişti hüzünlü bir şekilde. “Tıpkı senin gibi.”

Tabloda Aden, fildişi rengi uzun bir çan elbisesi giyiyordu. Gözlerindeki o masum bakış ve güzelliği en ince ayrıntısına kadar özenle resmedilmişti. Kafasında parlak taşlı bir taç vardı ve uzun sarı saçları savruluyordu.
Aras, Aden'in elinden tutmuş döndürüyordu. Üzerinde Aden ile tanıştığı ilk gün giymiş olduğu takım elbisesi vardı. Gözlerinden eksik olmayan o vahşi bakışı aynen yansıtmıştı.
İki sevginin birleşmesi. Kendisi erosu, Aden ise agapeyi temsil ediyordu. Onlar iki zıt sevginin vücut bulmuş haliydi. Eros ve agapenin dansı. Unutulmayacak bir şaheserdi.

Tablosuna son dokunuşlarını yapması gerekiyordu. Yaşlı olması asla resim çizmesine engel olmamıştı fakat ağır bir hastalığa yakalandığı için artık tablosuna devam edemiyordu. “Sanırım günahlarımın bedelini ödeme vaktim geldi,” demişti. “Je mourrai pécheur!” diyerek ağlamıştı.

Aden hâlâ aynıydı. Aynı yüz, aynı saçlar, aynı gözler ve aynı bakışlar. Her şeyi aynıydı. Asla yaşlanmıyordu. Ruhu bedeninden ayrılmış, bir portreye hapsolmuştu ve hep böyle kalacaktı.

Aras tablosuna son dokunuşlarını yapamadan, Aden'in yanında, onun kucağında ölmüştü. Ölmeden önce son kez ona seslenmişti: "Ayza'm, Aden'im."

Aden ilk defa birisine sevgi duyduğu için ağlıyordu. Nefretini sevgiye dönüştüren bu adama olan hislerini asla dile getirememişti ve şimdi o adam kucağında son nefesini veriyordu. "Özür dilerim," dedi içinden feryat ederek. "Sevgine karşılık veremediğim için özür dilerim." Bitkin düşmüş gözlerinden dökülen gözyaşları Aras'ın solgun yüzüne damlamıştı.

Birkaç saat sonra Aras'ın gözleri tamamen kapanmış ve etraf onun için ucu bucağı olmayan karanlıkla sarılmıştı. Bir daha Aden'i göremeyecekti. Agape ve eros, Aras için sona ermişti ancak tablolarını gören insanlar onların varlığından haberdar olacaktı.

Ayza sonsuza dek yaşayacaktı.
Aden sonsuza dek yaşayacaktı.
Çünkü o, sonsuz güzellikti.

Comments

  • Nov 12, 2022

Log Out?

Are you sure you want to log out?